Ana içeriğe atla

Parasal Aktarım Mekanizması Nedir?

Para politikası araçlarından herhangi birine ilişkin bir kararın genel ekonomik denge ve fiyatlar genel düzeyinde etkileri olmaktadır. Para politikası değişiklikleri, ekonominin işleyişini çeşitli kanallar üzerinden etkiler. Aşağıda özetlenmekte olan bu kanallara parasal aktarım mekanizması denir.

Parasal aktarım mekanizması, para politikası uygulamalarının nominal para stoğu ve kısa vadeli nominal faiz oranlarında yarattığı değişikliklerin, yatırım, tasarruf, üretim, toplam arz, döviz fiyatları, ithalat, ihracat, ödemeler dengesi, toplam talep, işsizlik, v.b. reel değişkenleri nasıl etkilediğini tanımlamaktadır. Diğer bir ifade ile parasal aktarım mekanizması, para politikasındaki değişikliklerin reel kesime nasıl aktarıldığını açıklamaktadır.

Para politikasının büyümede sürdürülebilirlik ve fiyat istikrarı üzerindeki etkileri çok sayıda bilimsel çalışmanın konusu olagelmiştir. 2000’li yıllarda ve özellikle 2008’de ortaya çıkan Büyük Resesyon sonrasında makroekonomik değişkenleri yönetmek konusundaki tercih ağırlıklı olarak maliye politikaları yerine para politikalarının kullanımı yönünde olmuştur. Bu tercihin nedenleri aşağıdaki başlıklar çerçevesinde özetlenebilir:

  1. Dünyadaki pek çok ülkenin kamu açıklarının gayrısafi yurt içi hasılalarına oranlarında ortaya çıkan yüksekliğin yarattığı baskı nedeniyle maliye politikalarının göreceli olarak para politikalarına göre daha az kullanılması yönündeki siyasi tercihler.
  2. Para politikası araçlarının maliye politikası araçlarına göre daha kısa sürede makroekonomik büyüklükleri etkileyebiliyor olması.
  3. Finansal piyasaların küresel boyutta ve ülke ekonomilerinde artma eğilimi gösteren payı nedeniyle sürdürülebilir büyüme ve parasal istikrarı sağlamak amacıyla para politikalarının daha fazla kullanımının gerekli olduğu yönünde gelişen anlayış.

Parasal aktarım mekanizması, faiz oranı, döviz kuru, varlık fiyatları ve kredi olmak üzere dört kanaldan parasal ve reel ekonomi arasındaki ilişkileri açıklamaktadır. İktisat literatüründe, parasal aktarım mekanizması kanalları, farklı iktisadi okullar tarafından farklı sınıflandırmalara tabi tutulmuştur.

Faiz Oranı Kanalı:

Aktarım mekanizmasının faiz oranı kanalı ile nasıl işlediğine ilişkin çalışmalar özellikle Keynesyen okul içinde geniş yer bulmuştur. Faiz oranı kanalı, iktisat literatüründe, 1937’de Hicks’in geliştirdiği Keynesyen IS-LM modeli ile anlatım bulmaktadır.

Para arzında meydana gelen bir artış faiz oranında düşüşe sebep olacak ve sermayenin maliyetini düşürerek yatırım harcamalarında artışı beraberinde getirecektir. Yatırım harcamaları artışı, toplam talepte artışa neden olacak ve üretim miktarını artıracaktır. Her ne kadar Keynesyen modelde yatırım harcamaları, firmaların yatırım harcamalarını kapsamaktaysa da, zamanla geliştirilen araştırma modellerinde hane halkının konut ve dayanıklı tüketim mallarına yönelik harcamaları da modellere dahil edilmiştir.

Faiz oranı kanalında ele alınan faiz oranı, kısa vadeli nominal faiz oranı değil, uzun vadeli reel faiz oranıdır. Ancak, merkez bankalarının faiz kanalını kullanarak değiştirdikleri faiz oranı, kısa vadeli nominal faiz oranıdır. Bu durum, uzun vadeli reel faiz oranının piyasada nasıl oluştuğu sorusunun sorulmasını zorunlu kılmaktadır.

Öncelikle reel faiz oranı, cari dönemde oluşan nominal faiz oranından beklenen enflasyon oranının çıkartılması ile hesaplanır. Uzun vadeli reel faiz oranı ise, ilerideki vadelerde beklenen kısa vadeli reel faizlerin ortalamasıdır. Bu tanımlamalar ışığında, kısa vadeli nominal faizde meydana gelecek bir düşüş, uzun vadeli reel faizde de düşüşü beraberinde getirecektir. Dolayısıyla, akademik çalışmaların uzun vadeli reel faize odaklanması ile merkez bankalarının kısa vadeli nominal faiz oranını kullanmaları arasında araştırma yapmak adına herhangi bir tutarsızlık ortaya çıkmamaktadır.

Merkez bankalarının faize ilişkin kararlarının piyasadaki faiz oluşumu çeşitli adımlardan oluşan bir mekanizma çerçevesinde gerçekleşir. Merkez bankalarının açık piyasa işlemleri yoluyla kısa vadeli faiz oranlarını düşürmeye yönelik politikaları, yatırımcıların daha iyi getiri elde etmek amacıyla uzun vadeli kamu kesimi borçlanma araçlarını talep etmeleri ile sonuçlanacaktır. Bono ve tahvillerin fiyatlarıyla faiz oranları arasında ters yönlü bir ilişki söz konusu olduğu için, söz konusu talep artışı ile birlikte faiz oranlarının uzun vadeli kamu kesimi borçlanma araçlarında da düşmesi sonucu ortaya çıkacaktır.

Nominal faizdeki düşüş oranı, beklenen enflasyon oranı ile nominal faiz arasındaki farkı düşürecektir. Yani, reel faizde bir düşüş ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, tüm vadelerde düşen reel faiz oranları nedeniyle firmaların ve hane halkının harcamaları artacaktır. Harcamalardaki artış, firmaların yatırım harcamaları ve tüketicilerin konut, otomobil ve dayanıklı tüketim malları gibi borçlanma faizine duyarlı harcamalarında söz konusu olacaktır. Artan yatırım ve tüketim harcamaları, önce üretimi artıran bir etki yaratacak, ardından istihdamı olumlu etkileyen bir süreci başlatacaktır.

Döviz Kuru Kanalı:

Dışa açık bir ekonomide, kısa vadeli faiz oranlarının değişmesiyle döviz kuru üzerinde de değişiklikler görülmektedir. Kısa vadeli faizde meydana gelen bir düşüş, faizin düştüğü ülkeden sermaye çıkışı başlatacaktır. Bu durumda yabancı yatırımcılar, ülkedeki döviz talebini artırırken, yerli paraya olan talebi düşürecek ve kurda artış meydana getirecektir. Diğer bir ifadeyle, yerli para değer kaybedecektir.

Ülkeler arasındaki enflasyon oranlarına bağlı olarak, yerli parası değer kaybeden ülke açısından net ihracatta artış meydana gelebilecektir. İhracattaki artış, yerli üretimde artışı ve ardından istihdamda da artışı beraberinde getirecektir. Aynı şekilde, döviz kurlarının artması ile birlikte ithalatta da bir azalma beklenir. Bu durumdan ödemeler dengesi olumlu etkilenecektir. Bu etkinin büyüklüğü, ithal ve ihraç mallarının talep elastikiyetlerine bağlı olarak Marshall-Lerner Koşulu çerçevesinde değişiklik gösterecektir.

Varlık Fiyatları Kanalı:

Varlık fiyatlarının parasal aktarım mekanizmasındaki işleyişi konusunda iki temel yaklaşım bulunmaktadır. Söz konusu yaklaşımlar, yatırım ve tüketim değişkenleri üzerinden ayrı ayrı açıklama getirmektedir. Tobin’in Q katsayısı yatırım değişkenine, Ando ve Modigliani’nin yaşam döngüsü kuramı ise tüketim değişkenine odaklanmaktadır.

Tobin, bir firmanın sermaye piyasasındaki değerini mevcut fiziki sermayesini yenileme maliyetine oranlayarak Q katsayısı adını verdiği bir katsayıyı ele almaktadır. Para politikasının kısa vadeli nominal faiz oranını değiştiren kararı, Q katsayısını etkileyecektir.

Kısa vadeli nominal faiz oranındaki düşüş kamu kesimi borçlanma araçlarına olan ilgiyi azaltacak ve hisse senetleri piyasasına sermaye girişi yaşanmasına sebep olacaktır. Bu durumda, firmaların sermaye piyasasındaki değerleri ve dolayısıyla Q katsayısı yükselecektir. Diğer bir ifadeyle, firmaların hisse senedi ihracı yoluyla sermayeye ulaşmasının ekonomik olarak rahatlayan koşullarıyla yeni yatırım yapma olanakları genişleyecektir. Zira, piyasa değerinin artışıyla sağlanacak fonlanma olanağının büyüklüğü, firmaların aktiflerinde yer alan varlıkları yenileme maliyetinin üzerinde olacak ve yeni yatırım kararlarının alınmasına neden olacaktır.

Bu şartlar altında, sermaye piyasasında hisse senedi ihracıyla fonlama yaparak yeni yatırım yapma isteği olan firmaların hedefledikleri yatırım büyüklüğüne ulaşabilmeleri için daha az hisse satışı gerçekleştirmeleri gerekecektir. Düşen kısa vadeli nominal faizin artırdığı Q katsayısı nedeniyle aynı tutardaki yatırımın maliyeti düşecektir.

Ando ve Modigliani’nin yaklaşımı, tüketim harcamalarının sadece hane halkının kullanılabilir gelirinden değil, aynı zamanda servetinden de etkilendiğini ortaya koymaktadır. Tüketicilerin harcamaları, kendi yaşam döngülerinde yer alan insan kaynağı ve reel sermaye türündeki kaynakların yanı sıra finansal servetin de etkisi altındadır. Bu nedenle, yine kısa vadeli nominal faiz oranının düşürülmesi örneği kullanılacak olursa, hisse senedi fiyatlarındaki artışla sonuçlanacak süreç hane halkının finansal servetinde bir artış meydana getirecektir. Servette görülen artış, önce tüketimin ve ardından tüketimin tetiklediği üretimin artmasına neden olacak ve istihdamı olumlu yönde etkileyecektir.

Kredi Kanalı:

Parasal aktarım mekanizması kanalları içinde, mevduat-kredi mekanizması yoluyla ekonominin reel unsurlarını etkilemek konusunda bankaların önemli bir rolü bulunmaktadır. Bankaların fonlanma yöntemleri arasında mevduatın payı önemli bir yer tutmaktadır.

Küçük ve orta ölçekli işletmelerin fonlamalarında özellikle banka kredilerinin payının büyük olduğu dikkat çekmektedir. Finansal piyasaları oluşturan yapılar ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Finansal sistemin ağırlıklı olarak bankacılık sisteminden oluştuğu ve firmaların ağırlıklı olarak sermaye piyasası yerine bankacılık sistemi üzerinden fonlandığı ülkelerde kredi kanalı ile aktarım mekanizmasının çalıştırılması para politikası için etkin bir araç olabilir.

Kredi kanalı, banka kredilendirmesi ve bilanço etkisi adı verilen iki alt kanaldan etkili olabilmektedir. Merkez bankalarının genişleyici yönde para politikası uygulamaları, açık piyasa işlemleri yoluyla önce banka rezervlerini, sonra da bankaların mevduat üzerinden borç verme olanaklarını artıracaktır. Bu durumda, reel sektörün yeni yatırımlar için finansman sağlama olanakları artacaktır. Verimli çalışan finansal piyasaların varlığı, reel sektör firmaları için kredi maliyetini düşüren etkiler yapabilecek ve süreç, firma bilançolarında olumlu bir finansal performans yaratabilecektir. Bu durum, firmaların kreditörler nezdindeki kredibilitenin artması anlamına gelecektir. Böylece, ödünç verilebilir fon miktarındaki artış, yatırım harcamalarında artışı beraberinde getirecektir. Süreç, toplam talep ve istihdamda artış ile sonuçlanacaktır.

Kredi mekanizması yoluyla ortaya çıkan etkilerin, para politikası uygulamalarına ilişkin alınan kararların belirli bir geçişkenlik süreci sonrasında ortaya çıkacağını göz ardı etmemek gerekir.

Bir bankanın kredi verme işlevini etkileyen başlıca unsurlar, bankaların sermaye yeterliliği, risk alma ve taşıma isteği ve fonlanma maliyetleridir. Bu unsurların üçü de birbirleriyle ilişki içindedir. Bu üç unsur beraber düşünülerek, iç ve dış talebin güçlü seyrettiği, kamu maliyesinin güçlü olduğu koşullar altında bankaların kredi mekanizmalarını yoğun olarak çalıştırmak suretiyle risk alma isteği de güçlü olacaktır. Zira, talebin güçlü olması nedeniyle ekonominin sorunlu kredi yaratma potansiyeli düşük olacaktır. Kamu maliyesinin güçlü olması nedeniyle kamu kesiminin fon talebinin düşük olması faiz oranlarında yükselme yönünde bir baskı oluşturmayacaktır.

Her ne kadar bir bankanın kredi faizi oranlarının temel belirleyicisi fonlanma maliyetleri ise de, güçlü bir makroekonomik denge bankaların alacakları risklerin fiyatını düşürecektir. Dolayısıyla, bankaların verdikleri kredilerin faizi düşecektir. Düşen kredi faizleri, genel ekonomik aktiviteyi ivmeleyen bir rol oynayacaktır. Artan ekonomik aktivite, kamu kesimi için artan vergi tahsilatı ve düşmesi muhtemel işsizlik oranı nedeniyle de düşen transfer harcamaları anlamına gelecektir. Böylece, birbirini olumlu yönde etkileyen bir değişkenler bütünü içinde ekonomi, kendisini giderek güçlendiren bir sarmala girecektir.

Ekonomik aktivitenin canlandırılması için para ve maliye politikalarının etkin olarak kullanılması önemlidir. Ekonomi politikalarının etkinliğinin kriteri, doğru politika araçlarının kullanımı ile değerleri değiştirilmek istenen ekonomik değişkenlere ulaşacak doğru kanalların harekete geçirilmesidir. Bu nedenle, hem para, hem de maliye politikalarının araçlarının doğru olarak tespit edilmiş olmasının önemi büyüktür.

Kredi mekanizmasının, ekonominin hedeflenen kesimine yönelik olarak çalışmasında yaşanacak gecikme, kredi ihtiyacı içindeki kesimler için giderek ağırlaşan piyasa ve finansman koşulları ortaya koyacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo