Ana içeriğe atla

Devlet Nedir?

Devlet, kutsal değildir. Kutsal olan, ülkenin eşit vatandaşlarıdır.

Devlet, ülkenin vatandaşlarına hizmet eden bir mekanizmanın adıdır.

Devlet mekanizmasını yönetenler, ülkenin eşit vatandaşları tarafından oy alarak bu mekanizmayı yönetirler.

Devletin yönetiminden sorumlu olmayan memurlar ülkenin eşit vatandaşlarındandır. Ülkenin eşit vatandaşlarına eşit hizmet sunmayı kendilerine görev olarak seçerek liyakatla görevlendirilirler. Göreve gelmenin kriterleri bellidir ve herhangi bir dinin, soyun, sosyal çevrenin, zümrenin, v.s. isteği ve baskısı ile atanmaları söz konusu olamaz.

Devleti, eşit vatandaşların oylarını alarak yönetenler de, devletin memurları da ülkenin eşit vatandaşlarının üzerinde bir hiyerarşik konuma sahip değildirler. Aldıkları görev ya da taşıdıkları unvan ne olursa olsun!

Devlet ile vatandaşların ve vatandaşların kendi arasındaki ilişkiler hukuk adı verilen kurallar bütünüyle belirlenir. Üretimde, ailede, toplumsal örgütlenmede, eğlencede, ticarette, kısaca toplumsal alanın her noktasında hukuk vardır.

Devleti yönetenler, devletin memurları ve vatandaşlar hukuk karşısında eşittir.

Yasalar, ancak insan haklarına, fikir ve ifade özgürlüğüne, eşitliğe ve adalete saygılı ise hukukidir. Bu temel prensiplere saygı göstermeyen yasalar sadece kural belirtmekte olup hukuki nitelik taşımazlar. Hukuk, toplumların medeni çizgiler dahilinde, birbirleriyle hak ve adalet çerçevesinde huzur içinde yaşamalarını tesis etmek için vardır.

Her ne kadar farklı anlayış ve felsefelere dayanan hukuk sistemleri de var ise de, her insanı ortak noktalarda birleştiren değerlere dayalı hukuk sistemleri tesis edilmelidir. Herhangi bir dinin, ırkın, soyun kendi anlayışına dayalı hukuk sistemlerine dayalı yasalar toplumsal düzende her bireyin özgürce yaşamasını mümkün kılamaz. Bu nedenle, demokrasiyi tesis edemez, kapsayıcı olamaz.

Yasalar, toplumların yaşadıkları değişim sürecine uygun olarak hukuki niteliklerini korumak üzere gelişerek değişime uğrarlar, yenilenirler. Aksi halde, zaman içinde toplumun ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelirler ve toplumsal düzen ve disiplinin sağlanmasına katkı sunma özelliklerini çağ dışı kalarak yitirirler.

Hukuka uygun yasalar, parlamento tarafından çıkarılır. Parlamentoya eşit vatandaşların oyu ile seçilen üyelerin toplumun dinamiklerini ve değişim süreçlerini anlamaları içinden çıktıkları ve temsil yetkisi aldıkları vatandaşlara hizmet sunabilmek için önemlidir.

Parlamento üyeleri, her ne kadar oy aldıkları kitleleri temsil etmekte iseler de, tüm vatandaşlara eşit mesafede dururlar. Çünkü parlamento, dil, din, ten rengi, soy, cinsel tercihler, siyasi fikirler, sosyal sınıf ayırt edilmeksizin ülkenin tüm vatandaşlarına eşit koşullarda ait bir devlet kurumudur. Bu nedenle, hiçbir şekilde bir bireyin veya zümrenin tahakkümü altına sokulamaz. Devletin adalet, eğitim, sağlık, savunma gibi hizmetleri ülkenin vatandaşlarına eşit şekilde sunabilmesi için hukuka uygun ve toplum dinamiklerini ve değişim süreçlerini iyi bilen temsilcilerin yeridir parlamento.

Hukuka uygun yasalar, devleti yönetenler, memurlar ve vatandaşlar arasında denetim mekanizmalarını kurar. Devleti yönetenlerin en büyük denetçisi vatandaşlardır. Devleti yönetenlerden ve memurlarından hesap sorma hak ve yetkilerine sahiptirler. Hesap sormanın usulleri, esasları ve kurumları devlet mekanizması içinde mevcuttur. Hesap sorma hakkına tüm eşit vatandaşlar eşit mesafededirler. Bürokrasinin yetersiz kaldığı durumlarda, vatandaşların örgütlenme hakkıyla görüşlerini ifade etmeleri hukuka uygun yasaların güvencesi altındadır.

Hukuka uygun yasaları uygulayan, devlet yönetimine eşit vatandaşların oylarını alarak gelmiş yöneticilerdir. Yöneticiler, belli bir süre için devlet yönetimine seçilirler. Yasalarla belirlenmiş görev süreleri dolduğunda, yeniden yapılan seçimlerde eşit oy hakkına sahip tüm vatandaşlar mevcut yönetimi ya yeniden yönetime getirirler ya da hukuka uygun yasaları daha iyi uygulayabilecek ya da geliştirecek başka yöneticileri seçerler.

Devleti yönetmeye talip yönetici adayları tüm vatandaşlara ulaşmak konusunda eşit şartlara sahiptirler. Eşitliği bozan uygulamalar, bağımsız yargının denetimine tabidir.

Hukukun uygulayıcısı olan yargı sisteminin görevi, eşit vatandaşlar arasında ve devlet ile vatandaşlar, devletin memurları ile vatandaşlar arasında ortaya çıkan ihtilaflara hukuk çerçevesinde adil çözümler bulmaktır. Çözümler, topluma maddi ve manevi hasar verenlerin cezalandırılmasıyla sonuçlanabilir. Hukuk, toplumun her bireyine eşit mesafededir. Yargı sistemi, toplumun hiçbir bireyini ve/veya kesimini kayırmadan toplumsal adaleti sağlayarak toplum düzenine hizmet etmek için vardır.

Vatandaşlar, hizmet alabilmek için devlete vergi öderler. Vergi, devleti yönetenlerin vatandaşlar üzerinde tahakküm kurmasının bir aracı değil, vatandaşa hizmet sunmanın bir aracıdır. Vergi, ülkenin savunulması için, vatandaşlara adalet, eğitim ve sağlık hizmetleri sunabilmek için toplanır ve dağıtılır. Vergi, kazanca göre toplandığında adildir ve gelir dağılımını adaletli kılar.

Parlamentonun, devleti yönetenlerin ve yargı sisteminin hangi hukuki sınırlar içinde kalacakları anayasa adı verilen hukuk prensipleri bütünüyle belirlenir. Bu prensipler, toplumun her alanındaki faaliyetlerini hukuk çerçevesinde nasıl yaşayacağını, yöneteceğini ve sürdüreceğini kanunlarla netleştirir, kararnamelerle de nasıl uygulanacağını belirler. Kuralların bu hiyerarşi içinde sıralanması, kurumların ve kurumları temsil etmekle görevli bireylerin kendi yönetim alanlarını hangi sınırlar içinde nasıl yöneteceklerini belirler ve böylece yönetsel ve toplumsal kaos yaşanması engellenir.

Birbirini denetleyen mekanizmaların varlığı vesayet anlamı taşımaz. Tam tersine, toplumsal güvence sunar.

Eşit vatandaşlardan oluşan toplum, ortak bir tarihle, kültürle, değerlerle bir araya gelmiştir. Ancak, ortalamadan sapan görüşlerin hukuk çerçevesinde yazılmış yasalarla korunması demokratik bir toplumun gereğidir. Ortalamadan sapan görüşler, insan haklarına, ifade özgürlüğüne, insanın, hayvanın, doğanın yaşam hakkına son verme amacını taşıyorsa, hukuki olmaktan da çıkıyor demektir. Hukuka uygun nitelik taşımayan, kin, nefret, dil, din, cinsel tercih, ten rengi, sosyal sınıf, siyasi görüş gibi konularda ayrımcılık içeren ifadeler hukuka dayalı yasalarca bağımsız yargının konusu haline gelir.

Hukukçu değilim. Siyaset bilimci değilim. Ancak, aşağıda sıraladığım kitapları okumuş ve yerkürede yer alan bir ülkenin bir vatandaşı olarak toplumsal düzenden, hukuktan, siyasetten etkileniyorum. Bu nedenle, bu kitaplarda yazanlar herhangi bir vatandaşı ilgilendirdiği kadar beni de ilgilendiriyor.

Çok yanlış da yapılsa, demokratik bir toplum için, özgürce yaşamak için, medeni koşullar altında huzur içinde yaşamak için doğruları bilmek ve hatırlamak zorundayız.

Yurt dışında yaşadığım dönemlerde, siyasal bilimler okumaya başlamış bir öğrencinin Baba romanını okuyor olduğunu gördüğümde ve kitabı neden okuduğunu sorduğumda aldığım cevabı hiç unutmamışımdır. Hocası, “olmaması gerekeni romanda okuyun, olması gerekeni ben anlatacağım” demiş.

Türk toplumunun benim yukarıdaki satırları yazmama neden olan aşağıdaki kitaplarla ilgilenmesi ve olması gerekenlerle yaşaması dileğiyle.

Ütopya (1516) – Thomas More

Kanunların Ruhu Üzerine (1748) - Montesquieu

Toplum Sözleşmesi (1762) – J.J. Rousseau

Devlet (M.Ö. 4. yüzyıl) - Platon

Yorumlar

  1. kaleminize ve akliniza saglik buna ihtiyac her gecen gun daha da artmakta

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Keşke başka şeyler yazıp, yüzlerce yıl önce akıl edilmiş doğruları değil hatırlamak zorunda kalmayıp ileri gidecek projelere nasıl katkı sunabileceğimizi yazabilseydik.

      Sil
  2. Hocam kendi adıma çok teşekkür ederim. Bi an yazının kendi iç sesim tarafından kaleme alındığını düşündüm. Günümüze ışık tutmuşsunuz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim. Aydınlık günlere ulaşmak dileğiyle.

      Sil
    2. İnşaAllah Hocam, Hocam bu arada yazı sonunda paylaştığınız kitap listesini de favorilerime ekledim kısa sürede alıp okumayı istiyorum. Ya ayrı bi blog yazısı olarak ya da ara ara yazılarınızın sonunda özellikle iktisat okuma önerilerinizi alabilir miyiz Hocam?

      Sil
    3. Böyle bir yazı fikrim yok ama iktisat tarihi yazılarımın içinden kitap önerileri çıkıyor aslında. O yazılara bir göz atmanızda yarar var.

      Sil
    4. Tamam Hocam çok teşekkür ederim.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo