Ana içeriğe atla

Çanakkale

Arıburnu, 1915. Üç yıldır savaşmaktadır. Her geceyi siperin içinde geçirmektedir. Siperden kafasını çıkardığı anda, sadece birkaç metreden kafasına yiyeceği bir kurşunla öleceğini bilmektedir. Cesurdur ama korkmaktadır da aynı zamanda. Geceleri Çanakkale Boğazı'nın soğuğunu yedikçe donmaktadır. Açtır, sefalet içindedir ve ölmekten korkmasına rağmen ve her an ölümü hissetmesine rağmen daha yedi yıl savaşacağından habersizdir. Balkan Savaşı ile başlamıştır Ali Ratip'ın hikayesi. Parçalanmış bedenler, insan uzuvları, barut ve ceset kokuları içinde geçmektedir siperdeki günler. Yiyecek ise, yok denecek kadar azdır. 1916'da doğan oğlu Orhan, babasını ilk olarak gördüğü yılı 1921 olarak anımsadığını anlatacaktır yıllar sonra.

Arıburnu'ndan sağ çıkar Ali Ratip. Dicle nehrini İngiliz askerlerinden kaçarken atıyla geçecek ve gazi olacaktır ilerleyen yıllarında savaşın. Başından geçen herşeyi not eder, anılarını yazar cephelerde. Arıburnu'nda görev bitince, kolay olmamıştır at sırtında Mezopotamya'ya kadar gitmek. Sefillik, açlık, hastalık kol gezmektedir Anadolu'da. Birkaç ay arayla, iki uç cephesinde memleketin, iki büyük savaşta çarpışmıştır Osmanlı ordusu. Önce Sarıkamış, sonra Çanakkale. Makinalı tüfeğiyle, bir cepheden diğer cepheye koşarken Ali Ratip, Sarıkamış'ta şehit düşmüş Ahmet'ten habersizdir. Sarıkamış'ta şehit düşen Ahmet'i bekleyen iki yaşındaki oğlu İhsan da erken yaşta babasız kalıp, hırsından Kuleli'de okuyacaktır. Babasının öldüğü yeri, subay olduktan sonra Sarıkamış'a gidip bulmaya çalışmış ama hiçbir ize rastlayamamıştır.

Savaş biter. Adana'dadır Ali Ratip. Tesadüfen, Adana'da öğrenmiştir savaşın bittiğini Eylül 1922'de. Beş parasız kalmıştır ortada. Eve dönecek parası yoktur. Kendisini İngiliz'lere esir düşmekten kurtaran atını hüngür hüngür ağlayarak satar, eline geçen parayı yol parası yapar ve evine döner. Dönüş yolunda, huzur içinde olacağını düşünür ama pek öyle değildir ruh hali. Memleket kurtulmuştur ama bundan sonra nasıl yaşayacaktır. Ev, nasıl geçindirilecektir? Hem de kalp hastası olarak çıktıktan sonra yıllar süren savaşlardan. Sağlığına iyi geleceğini öğrenip, Kırklareli'ne yerleşir. Havası nemli olmayan bir yerde yaşamak zorundadır artık. Fakat, 1951'de durur kalbi. Kırklareli'de şehitliğe kaldırılır cenazesi. Savaşa yenik düşmeyen kalbi, Tanrı'ya teslim oluvermiştir birgün ansızın.

Soyadı Kanunu ile, geldiği topraklar olan Bulgaristan'dan doğan Tunca nehrinin adını soyadı olarak alır. Savaştan ve hatta bütün hayatından kalan, kırmızı şeritli bir İstiklal Madalyası ve birkaç kamadır. Cephede yazdığı anıları ise çalınmıştır. Oysa, İlhan Selçuk'un Yüzbaşı Selahattin'in Romanı'ndaki gibi gerçek olaylar, günü gününe anlatılmıştır barut ve kan izleriyle dolu sarı sayfaların arasında.

1915'te, İstanbul'dan kalkıp Çanakkale'de cepheye gidenler arasında 27 kişi daha vardır. Kabataş Mekteb-i Sultanisi'nin öğrencileridirler hepsi. Asım oğlu Cevad, Mustafa Oğlu Mehmed Seyfettin, Ahmet Tevhid oğlu Mehmed Şükrü, Mustafa oğlu Feridun, İsmail Fuad oğlu Mehmet Muhsin, Rıza oğlu İskender, Mahmud oğlu Ali Ferid, Miyako oğlu İsak, Rasim oğlu Şerafettin, Mustafa oğlu Ahmed Enver, Ahmed Edip oğlu Hüseyin Medeni, Avram oğlu Hayim, Osman Nuri oğlu Mehmed, Avram Şeftu oğlu İsak, Abdurrahman oğlu Ali, Kazım oğlu Ahmed, Abdüllatif oğlu Yusuf, Mehmed Emin oğlu Ahmed, Osman oğlu İbrahim, Mahmud oğlu Ali Burhanettin, Ahmed oğlu Mehmet Selim, Mehmed oğlu Salim, Hasan oğlu Mehmet Şevket, Mehmed oğlu Ali, Mustafa oğlu Şaban, Süleyman oğlu Abdülaziz, Mehmed oğlu Kamil. Hepsi, tertemiz alınlarından vurulup, cephede bir hilal uğruna uzanıp yatan güneşler olmuşlardır artık. Hiçbiri cepheden geri dönememiştir. Kabataş Mekteb-i Sultanisi de mezun verememiştir 1915 yılında. Tıpkı, geçmiş 3 yılda olduğu gibi.

Bu anlatılanlar, ne resmi tarihtir ne de tesadüfen öğrenilmiş hikayeler. Ali Ratip ve Ahmet'in yaşamları, aile içinde, canlı tanıklardan dinlenmiş gerçek öyküleridir. Ali Ratip, babamın, Ahmet ise annemin dedesidir. Ali Ratip'in İstiklal Madalyası, oğlum Aras Tunca'ya kalmıştır bugün. Bir mezunu olduğum Kabataş Erkek Lisesi'nin şehitleri ise Kabataşlı ağabeylerimizdir.

Hepsinden bize kalan acı ama gurur verici anıları karşısında saygı ve minnetle eğiliyorum. 

Ruhları şad olsun.

Yorumlar

  1. Saygı ve rahmetle anıyorum dedenizi ve kahraman silah arkadaşlarını.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo