Korona salgınının başlaması ile çöken ekonomiler önce aşının
bulunduğuna, daha sonra da dünya genelinde aşılanma oranlarının artıyor
olduğuna dair haberlerin artmasıyla beklentilerini değiştirmeye başladılar.
Salgının ilk aşamalarında arz ve talebin arka arkaya ağır
hasar almasıyla ekonomik aktivite ani olarak durma noktasına gelmişti. Bu
gelişme, hisse senedi piyasalarının hasar almasına neden olmuş ve tasarruflar, risklerden
kaçınma anlamına gelen varlıklara yönelmişti. Güven kavramı gündeme geldiği
anda iki varlık özellikle dikkat çeker: ABD Hükümeti’nin borçlanma araçları ve
altın.
Korona salgınının ilk şokuyla dünya genelinde tasarruflar
ABD Hükümeti’nin borçlanma araçlarına yöneldiğinde, ABD kamu tahvillerinin faiz
oranları tahvillerin ilk olarak ihraç edildikleri yıldan sonraki en düşük
seviyesine gerilemişti. Yani, tasarruflar güvenilir bir noktaya yönelmiş, ABD
kamu tahvillerini talep etmiş ve fiyatlarını yükseltmişti. Tahvillerin fiyatı
yükseldiğinde faiz oranı düşer. Bu nedenle, tahvil faizlerinin tarihi olarak en
düşük noktaya gerilemesinin nedeni, tahvillerin olağanüstü ölçüde talep
görmesiydi.
Gösterge niteliğine sahip olan ABD 10 yıllık tahvilinin
faiz oranı 9 Mart 2020 günü %0.3180 düzeyine kadar gerilemişti. ABD kamu
borçlanma araçlarının faiz oranları gibi, yine güven temsil eden başka
ülkelerin kamu borçlanma araçlarının da faiz oranları önemli ölçüde geriledi ve
uluslararası sermayenin gelişmiş ülkelerde faiz üzerinden getiri elde etme
şansı kalmadı.
Altın da ABD kamu borçlanma araçları gibi güven temsil eden
bir varlık olduğu için salgının ilk aşamalarında fiyatı yükseldi. Risk almaktan
hoşlanmayan tasarruf sahibi altına yöneldi ve altının ons fiyatı 7 Ağustos 2020
günü $2.089.20 düzeyine ulaştı.
Güvenilir ülkelerin kamu borçlanma araçlarını ve altını
fazla güvenli bulan fonların yine güvenilir bulduğu ama kamu borçlanma
araçlarına ve altına göre daha az güvenilir olan teknoloji firmalarının hisse
senetleri de korona salgını döneminde ilgi gördü. Facebook, Amazon, Apple,
Netflix, Google gibi firmalar, korona sürecinde olağanüstü hız kazanan
dijitalleşme nedeniyle hisse senedi piyasalarının en güvenilir hisse senetleri oldular.
En büyük 10 teknoloji firmasının 2020 yılındaki değer artışı $3.9 trilyon oldu
ki bu artış, İngiltere’nin hisse senedi piyasasının değerinden daha yüksek (kaynak: The Economist).
Her ne kadar teknoloji firmalarının hisse senetleri bu dönemde rağbet gördüyse de, gelişmiş ülkelerde faiz ile getiri elde etmenin imkansızlaştığı koşullarda hisse senedi piyasaları salgının ilerleyen aşamalarında canlılığını korudu. Bu canlılık, hizmet sektörü başta olmak üzere ekonomik aktivitenin son derece düşük düzeyde olduğu bir ortamda reel sektör ile finans sektörünün arasındaki bağın koptuğunu anlatıyordu. Söz konusu kopma, dünya ekonomisinin önemli bir problemi olarak salgın öncesinde de mevcuttu. Ancak, korona sürecinde derinleşti. Hatta, hızlanan dijitalleşmenin kripto paralara ilgiyi olağanüstü düzeyde artırdığı bir süreç yaşandı ki bu da ele alınması gereken bir başka soruna işaret etti. Robert Shiller tarafından geliştirilen CAPE (cyclically adjusted price-earnings) rasyosu S&P 500 için 1929 Buhranı ve 2000 yılı öncesi yaşanan teknoloji balonu (dotcom bubble) sonrasındaki en yüksek düzeyini salgın döneminde gördü.
Ekonomik aktivitenin düzeyini anlatan diğer önemli göstergeler petrol ve bakır fiyatlarıdır. Her iki meta da üretim artışıyla talep görmekte ve fiyatları artmakta, durgunluk ve kriz dönemlerinde ise fiyatları düşmektedir. Korona salgını sürecinde, 20 Nisan 2020 günü WTI petrol fiyatı -$37.63 noktasına geriledi. Tarihte ilk kez petrol fiyatı negatif bir değere ulaştı. Çünkü, ekonomik aktivite aniden çökmüş ve çıkarılmış olan petrol depolarda kalmıştı. Dünya, adeta petrolü stoklayacak yer bulamıyordu.
Ekonomik aktivitenin ağır hasar alması nedeniyle sanayi
üretiminde çok önemli yeri olan bakır da değer kaybetti. 15 Mart 2020 günü, $1.9725
fiyatına kadar geriledi.
2021’in Mart başı itibarıyla, başka bir noktaya evrilmeye
başlayan bir dünya ekonomisi var karşımızda. Aşı bulundu. Çok sayıda ülkede
aşılamalar başladı. Bu haberler, en kötü günlerin geride kaldığını anlatsa da
kötü günler henüz bitmedi. Ancak, değişmeye başlayan beklentilerin yarattığı
bir başka rüzgar geçtiğimiz hafta itibarıyla esmeye başladı. Bu rüzgarın
arkasında ne var?
Bir süredir, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerin ekonomi basını
salgın döneminin genişleyici para politikalarının enflasyon yaratıp
yaratmayacağını tartışıyor. Parasal genişlemenin enflasyon yaratacağı
beklentisi Büyük Resesyon sonrasında da oluşmuştu. Ancak, bu beklenti
gerçekleşmemişti. Nedeni, parasal genişlemenin mal ve hizmet talebi yaratacak
şekilde yön bulamadığı idi. Bu nedenle, ABD ve Euro Bölgesi %2 düzeyindeki
enflasyon oranını dahi yakalamakta zorlanıyordu. Ancak, salgın ile beraber
ortaya çıkan parasal genişlemenin Büyük Resesyon dönemindekine benzemeyen başka
bir önemli özelliği var. Gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının kamu borçlanma
araçlarını satın alarak piyasaya saldıkları likiditenin yanında, hükümetlerin
mali destek paketlerinin doğrudan hane halkına ulaşmış olması gibi bir durum
söz konusu. Kısıtlamaların en sert şekilde uygulandığı dönemlerde, hane
halkının mali desteklerle cebine koyduğu paranın harcanamamış olduğu da
bilinmekte. Dolayısıyla, ekonomilerin yeniden açılmalarıyla gelişen süreçte,
hane halkının ertelediği tüketimi bir anda gerçekleştirmeye başlamasıyla
enflasyonist baskıların oluşacağı düşüncesi oluşmuş durumda.
Fed, Korona sürecinde Paul Volcker’ın başkanlığından
sonraki en önemli para politikası duruşu değişikliğini gerçekleştirerek
enflasyon hedeflemesine yönelik yeni bir tanımlama getirmişti. Fed’in enflasyon
hedefi %2 iken, bu hedefi “ortalama” %2 olarak değiştirmişti. Bunun anlamı, ekonomik
aktivite yeniden toparlayarak istihdam yaratacak noktaya gelene kadar Fed’in
enflasyonu %2’de tutmak suretiyle parasal istikrarın bir miktar yok olmasına
itiraz etmeyeceği idi. Bu da, piyasadaki ihtiyaç doğrultusunda tahvil alım
programına devam ederek piyasaya likidite sağlayacağı anlamını taşıyordu.
Piyasalar, yukarıda anlatılan nedenlerle enflasyonun düşünülenden
daha hızlı artacağı ve bu durum karşısında Fed’in beklenenden daha erken bir
yılda tahvil alımlarını yavaşlatmaya başlayacağı ve hatta faiz artırımlarına
başlayabileceği gibi bir algıya kapıldılar. Amerikan basınında bir süredir
sürekli gündemde kalan konu, piyasaları enflasyonist beklentilerin giderek
atıyor olduğuna ikna etti. Bu düşünceyle ve ekonomik aktivitenin toparlanıyor
olduğu fikri ile ve sürü psikolojisinin de etkisiyle tasarruflar ABD kamu
borçlanma araçlarından çıkmaya başladılar. Yani, bu yazının başlarında
anlatılan sürecin tersini ifade eden bir gelişme yaşandı. Bu bir süreç mi? Henüz
değil ama beklentilerin değişmeye başladığı yoldaki önemli dönemeçlerden biri.
Ekonomik aktivitenin canlanıyor ve normalleşmenin hız
kazanıyor olduğu düşüncesiyle altın fiyatları da düşmeye başladı. Buna karşın,
petrol ve bakır fiyatlarında bir süredir görülen artış ivme kazandı.
Oranlara ve fiyatlara göz atacak olursak, ABD 10 yıllık
tahvilinin faiz oranı %1.6’ya ulaştıktan sonra %1.45 düzeyinde seyretmekte. Altının
ons fiyatı $1.732 civarlarında ve düşüş trendinde. Yani, güven ifade eden
varlıklardan uzaklaşma söz konusu.
WTI, $61 civarlarında ve bir süredir yükseliş trendinde. Bakır
ise, son 10 yılın en yüksek fiyatına ulaşmış durumda: $4.1195.
Geçtiğimiz hafta yaşanan ani tahvil satışıyla beraber
teknoloji hisseleri de değer kaybetmişti. Nitekim, tüm hisse senetleri
piyasaları sert düşerken, teknoloji hisseleri ağırlıklı olan Nasdaq’taki düşüş
başı çekti. Ancak, hisse senedi piyasasında bir toparlanma söz konusu.
Dalgalanmalar, böylesine ağır bir sürecin sonuna
yaklaşıldığı düşünüldüğünde doğaldır. Ancak, bu kadar olumlu bir hava
oluşmasını gerektirecek verilere sahip miyiz? Bence hayır. Aşılamada olumlu
aşamalar kaydedildi ama bu işin milliyetçilik boyutu ile, virüsün yeni
varyantları boyutu ile, yeniden kapanma olasılıkları ile bu kadar olumlu
beklentilere girmek ne kadar doğru? Piyasalar zorluyor.
Dalgalanmalar devam edecektir. Korona ile ilgili olumlu ve
olumsuz haberler piyasa psikolojisini değiştirme potansiyeline sahiptir. Merkez
bankalarının bu dalgalanmaları yumuşatmak yönünde sözlü yönlendirmeleri olacaktır.
Dünyanın en etki gücü yüksek merkez bankası olması nedeniyle Fed’in ve
dolayısıyla Powell’ın tahvil alımı ile ilgili söyleyecekleri geçtiğimiz haftanın
gelişmelerinden sonra çok daha dikkatle dinlenecektir. Unutulmamalı ki Biden’ın
$1.9 trilyonluk mali yardım paketi de yolda ve bunun yaratacağı enflasyonist
etkiler ve bu paketin yaratacağı borçlanma ihtiyacı karşısında Fed’in piyasa
likiditesine yönelik operasyonları bir hayli önemli olacak.
Süreç içinde, olumlu ya da olumsuz yeni türbülanslara karşı
kemerlerinizi bağlamayı unutmayınız.
Bize gelince enflasyonla yaşıyoruz ve geriliyoruz.Örnek olsun diye 2000’den bugüne enflasyon rakamına baktım toplam 20 yıllık oran %1100, yani 2000 yılının 1 TL si bugün 11 TL ! Enflasyon bu ülkeyi kemiriyor, geri bırakıyor. Öncelikli problem bu !
YanıtlaSilDöviz krizleri, faiz krizleri dönüyor dolaşıyor enflasyon nedeni ile oluyor.
Artan döviz enflasyona, enflasyon artan faize, artan faiz ekonominin daralmasına neden oluyor, sıcak paraya muhtaç yaşayıp her gün kendim ettim kendim buldum gibi sömürülüyoruz.
Enflasyonu millet olarak çözmeden ülke devamlı yokuş aşağıya gidiyor, gidecek! Politikacıya gereken cevabı vermezsek daha çok küçülürüz.