Ana içeriğe atla

Yangınlar, İlkellik, Kültür

Gaziosmanpaşa Ortaokulu Ortaköy'de idi. II. Abdülhamit'in kızı Fehime Sultan için 1881 yılında yaptırılmış bir yalıdır aslında o eski okulun binası. Bu nedenle, Fehime Sultan Yalısı olarak da bilinirdi. Yalı, 2002'de otopark mafyası tarafından yakıldı. Bir daha da okul olarak açılmadı bina. Okulun yeniden açılması için imzalar toplandı. Ben de imza verenlerdendim. Ulu Türk büyükleri kulak asmadı bu isteğe. Bugün, Kuruçeşme'deki gece kulüplerine giden insanların ve paparazzilerin falan araç park ettikleri bir yer halini almış durumda okulun bahçesi.

Bugün Çırağan Oteli olan binaların bir bölümü de aslında Çırağan Sarayı idi bir zamanlar. Saray, 1910 yılında yandı. Yangında, V. Murad’ın özel kitaplığı ve gizli arşivi ile II. Abdülhamid’in tablo kolleksiyonu yok oldu.

Çırağan Sarayı'nın hizmetkarlarının konutu olarak kullanılmış olan Feriye Sarayları'nın bir bölümü de yandı. Galatasaray Üniversitesi olarak kullanılan binanın çok eskide, yakın geçmişte ve bugün binlerce anıyla dolu olduğunu bilerek yangını evden naklen izlemek ağlama duygusu uyandırmıştı bende.

Beşiktaş'tan Ortaköy'e giden hat üzerinde geçmişim çok ama çok yoğun anılarla dolu. O binalardan, o kültürlerden, o tarihten geçmiş sadece bir kişiyim ben ve bakın bende neler var. Kimbilir başkalarında benden de fazla neler var? Koca bir okyanusta, sadece benim bile ne anılarım varsa, düşünün gerisini artık.

İki dedemden biri, Ortaköy'de Gaziosmanpaşa Ortaokulu'nda okur. Diğer dedem, Valide Sultan ile kardeş çocukları olan annesinin savaş yıllarında Sarıkamış'ta şehit düşen kocasından geriye kalan zor bir yaşamı daha rahat kaldırabilmek çabası sonucunda Çırağan Sarayı'nda geçirir çocukluğunun bir bölümünü. Babam, Kabataş Erkek Lisesi'nde okur ve yıllar sonra ben de aynı okulun bir öğrencisi olarak hayatımın çok önemli bir kesitini Beşiktaş ve Ortaköy arasında geçiririm. Hem okuluma hem de Beşiktaş ilçesinin tüm semtlerine olağanüstü bir gönül bağıyla bağlanırım.

Tarihsel hafızasını en iyi bildiğim yer, Kabataş Erkek Lisesi olduğu için şunu söyleyebilirim ki, Ömer Seyfettin'in, Behçet Necatigil'in, Behçet Kemal Çağlar'ın ve daha nicesinin yürüdüğü koridorlarda ve soluk alıp verdikleri sınıflarda ders gördüm. II. Abdülaziz'in ölü bulunduğu odanın hangisi olduğu rivayetleri ve aramızda Abdülaziz'in ruhu yatakhanelerdeydi dün gece diye alt sınıfları korkutmaya çalışan gençlik delisi hikayelerimizin yüzlercesinin yarattığı bir kültürle dolaştım oralarda. Bu hikayelere, öylesine hikayeler ve anılar olarak bakılamaz. Yukarıda sadece çok azını saydığım insanların yarattığı bir kültür ve toplumsal hafızanın oralardan geçen beyinlerde yarattığı bakış açıları, yaşam tarzı ve toplumsal bir kültür vardır o hikayelerin arkasında ve o hikayelerin yaratıldığı binalarda.

Batı ülkelerinde insanların yazı yazma alışkanlıkları vardır. Sadece aile üyeleri bilir ve okur o yazıları. Günlük hayattan tatlar vardır o yazılarda. Geçmişten geleceğe aktarılan birşeyler vardır not defterleri arasında. Yıllar sonra bile, o defterleri elinize alıp, anlatılan yerleri gezer ve yazılan anıları yerinde hissedebilirsiniz. Böyle bir emek, böyle bir mirastır işte ortalama kültürü yüksek kılan batı toplumlarında. Bizim böyle bir alışkanlığımız, böyle bir kültürümüz yok. Bari var olan gitmesin diye de yüreğimizde yanar durur bir kaygı ateşi yıllardır.

Ama ihmal, ama kasıt. Sonuç değişmiyor. Kültürümüzü, doğamızı kaybediyoruz yangınlarla. Toplumun kültür, bilim, sosyal yaşam mirası ve hafızası siliniyor. Oralarda yaşanmış, yaratılmış herşey ve onları konu edinip yazılmış kitapların somut örnekleri gidiyor. İnsanların çocuklarına, torunlarına gösterecek sokakları, eski odaları, sınıfları, kütüphaneleri, yani geçmişle gelecek arasında bağ kurulmasına yarayacak herşeyleri, büyük bir mirasları yok oluyor bir anda. Onun için, o yanan binaların ne amaçla olursa olsun başka bir amaçla kullanılması düşünülemez, düşünülmemelidir. Zaten son derece zayıf olan kültürel mirasımızı daha fazla katletmenin milyarlarca Dolar ile ölçülemeyecek kadar büyük bir hasarı olmaktadır ve olmaya da devam ediyor. Biz, zaten çok arkadan gelmedik mi bugünlere? Daha da geri gitmeyelim.

Fakat, çok isteniyorsa birşeyleri katletmek ve yeni otoparklar açmak, yeni oteller yapıp turist çekmek ülkeye, daha çok bina var ülkede. İzmir'de de gitmedi mi eski okullar? Haydarpaşa feda edilmedi mi sıcacık Dolar'lar için. Galatasaray Lisesi de var mesela Beyoğlu'nda. Maçka Teknik Lisesi var mesela Maçka'da. Bizim Kabataş'a da zaten bildim bileli göz dikmişlerdir. Alın hepsini. Yok edin binlerce insanın anısını. Daha kültürsüzleşelim. Daha fazla yere tüküren, baş parmağıyla burnunu tutup sümküren, okumayan, yazmayan, okuyup yazdığını dahi anlamayan insanla dolsun bu ülke. Buyurun, iğfal edin herşeyi. Gücünüz de var ve muktedirsiniz. Yakın, yıkın ve yok edin herşeyi.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo